Karanlıktan aydınlığa..

Bir Şubat günü Hülagu Bulguç’u kaybettik. Hülagu bizim arkadaşımızdı, çağdaşımızdı, 68 kuşağının bir güzel insanıydı. Bizim kuşağın tüm onurunu, inancını, saf coşkularını ve derin acılarını yaşamıştı, son güne kadar. Ve bedelini ödemişti. Sonuç olarak çoğumuz hala yeni ümitleri kovalarken, o aldığı hasarlar sonucunda, göçüp gitti. O mu bizi bırakıp gitti, biz mi onun elini bıraktık bu başka bir konu.. Ne bunları nede bir ideali olmanın nasıl zor bir zanaat olduğunu tartışmak değil bugün maksadım.

Sadece cenazede hissettiklerimi paylaşmak istiyorum sizinle. Bütün ruhumu, tüm tarihimi alıp da gittim oraya. Etrafta tanımadığım kimse yok gibiydi. Herkesi, herkesi kucaklamak geldi içimden. Az sevdiğim, çok sevdiğim, adını bile hatırlamadığım kimilerini. Belki de sadece hayatta oldukları için minnet duydum onlara.

Ve yeniden kutsadım yaşamı
Yeniden üzüldüm zavallı gururlarımıza
Özenle dokunmuş olduğunu sandığımız, öznel gerçekliklerin sanrılarına
Sözde “seçim” lere
Onur zannettiğimiz kibirlere, korkulara
Yeniden acıdım
Kendi irademizle engel olduğumuz yaşamalara..

Sence, bence vs.

Şıkkı yok kardeşim hepimiz gideceğiz.

Ve işte kızdığımız, kızmadığımız, seçtiğimiz seçmediğimiz, bir şekilde hayatımıza uğramış herkes vedalaşmaya gelecek bizimle..

Ama bugün buradayız!

Gerçeğin yüzü suyu hürmetine, ölümden daha büyük bir ışık var mı acaba? Yaşam’ın ulaşabileceği, ölümden başka bir ihtimal var mı acaba? Yoksa ölüm tek mutlak mı?

Yine de ölümden daha tek başına, daha kendi adına, daha fazla bir  “yalnızlık” ve daha fazla “paylaşılan” bir gerçeklik var mı?

Peki bu yok oluş’tan daha etkin bir var oluş var mı?

Ya daha güçlü ama bir o kadar da sessiz çığlık?

Ne kalır geriye?  Bilmiyorum.

Sözün, sesin bittiği yerde gerçek gerçekleşir..

Ölene, ölüme, ayrılığa, kadere vs ağlamak çok kolaydır. Çünkü hüküm kesindir. Oysa yaşarken bol keseden ölüm fermanı verip dururuz seçeneklere, sevgilere, mazilere, geleceklere, ihtimallere en fazla da “an”a. Üstelik zaferler kazandığımızı zannederek!

Ölenin arkasından müthiş bir boşluk ve sessizlik kalır. O kişi için, o kişiden dolayı kendimiz için, yaşam ve anlama dair..

Ölüm kesindir, nettir, berraktır, kararsızlığı, ikilemi yoktur!

Ölüm acısı sahicidir genellikle

Ve pek az tam, pek az samimi şeyden birisidir

En azından başlangıçta..

Bir dolunay gibi parlak, sessiz ve uzakta

Ve ateş gibi sıcak, içe işleyen bir yoğunluk

Buz gibi soğuk

Ayna kadar duru ve doğrucu Davut

Nasıl bir yalnızlık, saf, hakiki, katışıksız!

Düşünmeye kalkışsan, anlamaya çalışsan, bir hata sinyali gibi,

Hep “Error” verir!

Ve bir yandan büyür ayrılık,

Erişilmezlik katına çıkıp  gittikçe uzaklaşır onarabileceklerimiz, pişmanlıklarımız..

Günlük hayata dair her şey,

Her şey değerini kaybeder

Kısa bir süre için

Nasıl vazgeçilebiliyormuş işte, gör de düşün gibisine

Biraz da tersinden bak mesela

Ölümden bak yaşama

Yaşamaya bak

Su gibi, rüzgar gibi..

Nina Bencoya

27 Mart 2007