Saklambaç

Mahallemin aziz sakinleri, neredeyseniz durun orada. Sakın çıkmayın meydana, sobelerim sizi sonra! Benim bugün sokaklar..

Sahi neredeydi herkes? Belki sinemalara, belki de yazlık evlerine gitmişti insanlar.

Belki de hiper marketlere doluşmuştu kalabalıklar. Mevsimine bağlı olarak evde ders çalışıyor olabilirdi çocuklar. Belki saati gelmemişti dershanelerdeki paydos zilinin, belki de geçmişti. Belki de mevsimlerden yazdı, kapalıydı ÖSS atölyeleri ve serbestti çocuk işçileri.

Velhasıl, ne liseliler, ne üniversite öğrencileri, ne de gayretli satıcılar yoktu meydanlarda, ara sokaklarda. Hayret bir durum, anketçiler ve ayakkabıcı- falcı- dürümcü ilanları dağıtanlar da kaybolmuştu ortalıktan. Çiçekçinin kovaları bağlıydı, demir atmış gibi parke taşlara. Devrim yapanlar, bayrak satanlar, nazar boncuğuyla dilenenler,  imza toplayanlar, gazete tanıtanlar, el işleri bağışlayan hayırseverler dahi tatildeydi.  Bari çalgıcılar olsaydı, talep yok diye arza gelmemişti hiçbiri. Günlerden pazardı ya, sünnet işi filan çıkabilirdi, haklıydılar tabii ki.. Bir yerde mangal yakıp denize girmeye bile gitmiş olabilirlerdi.

İzlenimler
Böyle sel gibi yağarken imgeler zihnine, empresyonistler geldi aklına.  “Impression” ne akıllı bir sözcüktü.  Etki, izlenim, belirti, iz, kanı en güzeli de zan veya intiba!

Zannımca…

Ne iştir, öznele dair ne varsa, nesnel tasvir içinde.
Nesnele dair ne varsa o da öznel içinde..

Bugün, o gün, bazı Pazar günleri..

Her Pazar böyle mi olurdu: Nesnele dair!
Yoksa bugün özel bir şey mi vardı: Öznele dair!

Her ne ise, sonuç fena değildi..

Boy var mı burada?
Başıboş dolaşıp, zihnindeki gevezeyi azat etmişken, başını yukarı kaldırdı bir dem.  Off,  ne çirkinmiş bu binalar, kâbus gibiymiş dedi. Oysa bu sokaklar, caddeler ve meydanlar, hafta içi göz alırdı. Bir karmaşa, bir canlılık, göz hizasında bir hayat yaşanırdı.  Kimse ne yukarı ne de aşağı bakmazdı. Derinlere açılmazdı. Burnunun ötesini görmeksizin, görebilmeksizin, itişe kakışa ilerlerdi. Müthiş bir uyaran yağmuru, algı karmaşası, gayet oryantal bir hava içinde en modern dezenformasyon beynine, ruhuna tekrar tekrar format atardı. Burada akan hayat, ekran içinde bir simülasyon gibiydi. En büyük farkı kokulardı! Leblebi veya köfte kokusu, kahve kokusu, simit, börek, sucuk, kokoreç ardından parfüm dolum merkezleri!  Parfümcüler kapıdan girene hemen karabiber koklatırlardı. Başka türlü temizlenemezdi o karmaşık koku hafızası..

Sokak köpekleri ise caddenin tam girişinde, iki yanında, ortasında, adeta tapınak girişindeki sfenksleri oynardı. Ama yere yığılmış, yorgun bitkin köpeklerdi onlar.  Pes etmiş bekçiler!  Bugün kimse yok ya, onlar da yoktu!  Garip bir kurguydu..

Sokakları dinledi giderken. Ne kadar çok bilirdi buraları, ne kadar yakından, hayret! Tabii tam şu sokakta otururdu teyzesi. Kısmen de olsa geriye kalan bu tek binada aynen. Gelip giderlerdi. Komşular, vaporiko muhabbeti vardı. Şarapçı Rifat beyin avize dükkanı-şişman karısı, Madam Jermen’lerin demirci atelyesi, çiçekçi Şloser, Nadir kitapçı, adını unuttuğu birilerinin evi, adını hatırladığı başkalarının balkonu, bizim mahalle dedikleri yerdi burası, annesinin elini tutarak gezerdi. O zamanlar öyleydi, yaşı o kadardı demek ki.

Suyu çekilmiş nehirler gibi yerlerdeki parke taşlarına baktı, asma kilitlere, demir kepenklere, indirim tabelalarına ve boş sokaklara, susamış toza, açık çöp kovalarına..

Ne tekil nede çoğul halde boy yoktu buralarda. Yüzmek gerekti çıkmak için karaya.

Günlerden Pazar, aylardan Temmuz, kentlerden İzmir, semtlerden Alsancak’tı..

21 Temmuz 2009,
Nina Bencoya