Fikir-zikir ve usul üzerine

Konuşuyor, herkes bir ağızdan konuşuyor, topyekûn konuşuluyor. Özetlemek zor, zaman dar, sözler kifayetsiz, mikrofon bozuk, ses duyulmuyor. İlle velâkin sanki her konuda fikir ifşa edilmesi zorunludur. Bir uğultudur gidiyor! O kadar ki bazıları kendi ağzından çıkanı dahi işitemiyor. Dil mi söylüyor, düş mü sayıklıyor, play back mi yapılıyor, dinleme cihazından sinyaller mi çıkıyor, neler oluyor, belli değil..

Buyursun, isteyen konuşsun tabii. Buna kimin, ne diyeceği olabilir? Az mı uğraşıldı bu hakkı elde etmek için. Ama fikir üretmeye gelince, kürsüyü doldurmak o kadar kolay mı acaba?

Mesela, elinize bir cımbız alıyorsunuz ve bir kıymık seçip binlercesi içinden, onu çekip çıkarıyorsunuz. Artık o hangi fenomene batmış ise, bulaşıyor bedene ve bir kurgu başlatıyor. Fikriyatınız onun manyetik alanına giriyor, dilleniyor.  Zamanla kader ağlarını örüyor. Sarf ettiğiniz sözlere her gün biraz daha fazla bağlanıyorsunuz. Giderek alışkanlık haline geliyor, siz ve söyleminiz. Bir aidiyet ekseni, ikimiz bir bütünüz vaziyeti oluşuyor. Başlık; “Ben ve canım fikirlerim!” oluyor. Sözlerin mevsiminden, fikirlerin burcundan yeni bir evren kuruyorsunuz. Ama sahici yörüngeler sizin dışınızda döndüğünden, bu süper mini mikro kozmosu hangisinin evirip çevirdiğini, hangisinin girdabına takılmış olduğunuzu pek de fark etmiyorsunuz.

Ve hayat büyük bir gürültü ile patırtı içinde devam ediyor. Fikir sahibi zatı muhterem(ler) biricik, benzersiz, eşsiz ve özgün olduklarını varsayarak, seslerini gün geçtikçe yükseltiyorlar..

Kimisi noktaya odaklanıyor, kimisi elindeki fenerin kapsama alanından bakıyor, kimisi de yaşamı kesitlere ayırıyor. Kesit daha geniş bir alanı tarar kuşkusuz ama tek bir tanesiyle ömür boyu yetinenler de vardır bilirsiniz.

Peki gerçek nedir?
Öyle bir şey var mıdır?
İlk çağa ait ilkel bir sorundur olsa olsa…
Hele bilgi çağında filan, ne alaka?

Gayri iklim değişmiştir. Akıl fikir gelişmiştir. Medeniyet ilerlemiştir. İletişim delirmiştir. Enformasyon bilgidir, her şey izafidir. Bunlarla uğraşacak halimiz yoktur. Önemli olan acil surette popüler olmaktır. Çok satmak, çok oy almak, çok reyting yapmak,  çok alkışlanmak ya da çok tıklanmaktır! Numerik ve aynı zamanda dijital bir çağa girilmiştir. Sayaçlar hayatın önüne geçmiştir. Tıkırtısı bile kalmamıştır artık. Nefes aldıkça akmaktadır sayısal analizler. Otizmin aklanma devridir bu!

Bir yandan da herkes usta politikacı edasıyla kitle çizgisini ya da sanal bir tahtıravalli üzerinde sosyal denge kurmanın yolunu aramaktadır. “Şimdi bu laf doğru mu, değil mi?”  Böyle soyut bir soru olabilir mi? Kimin işine yarıyor, neyi zayıflatıyor, hangi derelere su taşıyor? Vede tabii kim söylemiştir? Bizim takım mı, öteki mi?  Akıllı adam böyle düşünür, öyle değil mi? Çağı yakalamak, hızla tüketmek gerektir.

Dur yolcu diye haykırmak geliyor içimden. Dur yolcu, dur bi dakka! Şipşak yorum yapıştırma her gördüğüne. Dur ya!

Pusulanın her yününde, güneşin her saatinde yeniden bak demiyorum hayata. Tükettik onu da çabucak. Ama hiç olmazsa tek filtre kullanma olaylara bakarken. Renk körü olduk neredeyse. Azıcık da şüphe et kendinden, azıcık, bir lokmacık! Dur bir düşün hele. Bakmadan gelip geçtiğin bu toprağın altında düşünen adamlar yatar. Ahlak nedir, siyaset ne olmalıdır, erdem nedir diye tartışan, taşlara yazan, bu saçma sapan sorulara yaşamını adayan adamlardır onlar.

Vaktimiz yok. O kadar çabuk değişiyor ki gündem. Olaylar patlak veriyor, yorumlar pıtrak gibi ürüyor ve taraflar savruluyor. Bu ayrışmanın girdabı devamlı yeni çekim alanları oluşturuyor..

Sonra?

Ya ayak diretiliyor 20-30-40 yıl önceki fikriyatın tavan arasında, ya da daha sonra edinilmiş “ilginç” bir yeni noktada.  Yeni filtreler almak, yeni pencereler açmak pahalı bir iştir. Bu ekonomik krizde baş edilesi değildir. O halde geriye tek bir çare kalır. Tüm olaylar ve yorumlar kitabına uydurulup re-organize edilmelidir.  Ceket ters yüz edilip yeniden dikilmelidir. Vukuat tek, gerçeklik çok yönlü olabilir. Varsın olsun. Bizim yaptığımız, onları kendi algılarımızın kalıbına uyarlamaktan ibarettir. Sanat bu sanattır!  N’apalım, kendimizi doğrulamak zorundayız elbette. Toplumsal bakış açısı bile büyük değildir ondan,  varoluş sorunundan..

Nina Bencoya
02.02.2009