Birkaç gün önce ömrümün bir yılını daha geride bıraktım. Düşündüm, düşündüm, kaç yaşında olduğumu bir türlü bulamadım. Saya,saya sayıları şaşırdım. Biraz çok olmuşlar. Hani bir hesap yapılır ya, çocuk doğduğu gün hiç yaşındadır, gün alır, ay alır, ay artı gün alır, 12 ay, 365 gün 6 saat sonra 1 yaşını doldurur. Hiç yaşı yok iken, birden bire bir yaşı oluverir! Acayip bilimsel yani, nicelik birikimi bir nitelik sıçramasına dönüşür. Ve pastadaki yegâne mum söndürülürken bilim ve hayat bir zafer daha kazanır! Bu an sayısal ile anlamsal olanın birlikte hareket ettikleri lirik sekanslardan biridir. Hem açar hayatın önünü, hem de hesaba, kitaba kısıtlamaya başlar..
Hatırlamadığım kadar uzun zamandır 57 yaşındaydım. O gün 58 olmam gerekirken, uzun münakaşalardan sonra bana dediler ki, sen işte şimdi 57’sin ve 58’den gün almaya başlıyorsun. Elimden bir yılımı aldılar. Çaresiz ay-gün olaraktan bir yaş günü daha kutladım. Annem duysa bundan hiç hoşlanmazdı; doğrusu yaşlar bana hep az gelir. Altıyla sıfırı yan yana koymadan kendime gelemeyeceğim gibime gelir. Valla çok yakışacak bana 60 yaş, biliyorum. Pembe bir tuvalet giyeceğim o gün, saçıma “blö” atılmış beyaz bir peruk takacağım. Bu daha ziyade Rum kadınların adetidir, bizimkiler kızıl saçı severler ama varsın olsun. Bizim ailede saçlar ağarmaz maalesef. İnci taneleri tutturacağım saçlarıma ve pembe beyaz inci kolyelerle süsleyeceğim kırışık, keyifli bağrımı. Parmağıma da kocaman bir zümrüt yüzük takacağım. Ve üzerinde incecik fiyonk ve mine desenleri olan kristal kadehlerle şampanya dağıtacağım. Taze yaseminler koyacağım gümüş tepsilere. Kemanlar çalacak bir yandan ve tabii hazin şarkılarla neşeli danslar yapılacak, mesela;
Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkı ..
Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç ..
Anladım ki bir aşka bedel gençliğimmiş elimden giden..
Başkasına yar oldu, eller bahtiyar oldu
Gönlüm baştan başa viran bir diyar oldu..
Mazi kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarımdan karadır..
Ağlarken içim güldü gözlerim..
Ayyy dayanılacak gibi değil! Güfte yazarı ağlarken biz güleceğiz!
Elden ne gelir, kabahat bestekârın. Zaten sözler ne zaman, ne ifade etmiş ki bu güne kadar? Söyleyen hep müziktir, niyettir, ruhtur, renktir.. Bu vaziyetin neticesi olarak, neşeli hatta transa geçmiş bir ruhla birbirimize sokulup dertli dizeler söyleyeceğiz, bir ağızdan ve ezberden. Adamakıllı eğleneceğiz. Doğal bir koro olacağız, kozmik irade ile uyumlu. Birisi kalkıp ortalarda dönmeye başlayacak, ışığa üşüşen pervaneler gibi ve diğerleri ona katılacak. Kadehler keyifle kalkacak, kahkaha sesleri yükselecek; ve dillerde, “Ağlarken içim, güldü gözlerim..” Bir an durup düşüneceğim sonra yine coşacağım!
Benim için ilhamlarla dolu bir dostumun yüreğime damlattığı heves, danteller incesi başka bir dostumun, kapımın önüne bir mandolin bırakmasıyla gayri akde dönüşüverdi. Çalışacağım söz ve o gün, sahici bir şarkı çalacağım. Özü sözü bir, güftesi ile bestesi uyumlu, ruhu bütün bir şarkı tıngırdatacağım. Berbat bir sesle okuyacağım sözlerini;
Gracias a la vida! Ahh Mercedes Sosa..
Hayata şükranlar olsun, selamlar olsun diyeceğim. Bana kahkahayı ve gözyaşlarını verdiği; ak ile karayı, acı ile sevinci ayırt etmeyi bahşettiği için; sözcükleri ve imgeleri sunduğu için ve şarkılar için, gracias a la vida…
Ve tüm dostlarıma tekrar teşekkür edeceğim, bu günkü gibi. Şimdi ölsem gam yemem diyeceğim..
Nina Bencoya
25 Mayıs 2008